22 Ekim 2019 Salı

kalabalıklar arasında yapayalnız

Canım ağlamak istiyor bazen. Neden bilmem. Bilirim aslında ama söylemem. Çünkü cümleleri bunu anlatmak için nasıl bir araya getiririm bilmem. Yaşadığımız zamanın yoğunluğu yoruyor beni. Bu kadar dinamiklik ruhuma ağır geliyor. Her şey çok hızlı ve tüketilmeye hazır. Herkes bir şeyler üzerinden, bir şeyleri çiğneyerek hareket ediyor ve bunu yaparken de hiç kuşku, şüphe duymadan yapıyor. Bilmiyorum ben mi fazla abartıyorum bu durumu yoksa insanlar mı fazla rahat... Düşünmek lazım. Ama nereye kadar? Cidden bazen soruyorum kendime: "Düşünmeseydin daha güzel olur muydu her şey?"

Sanırım bunun bende yarattığı mazoşist zevki seviyorum. Evet içimde akıl almaz bir boşluk var. Ama dolmasını istiyor muyum bilmiyorum. Bir gün önce mutluluktan uçarken şimdi hayatımın sikilişini izlemek biraz acı veriyor olabilir. İnsanlar çok salak cidden bazen tahammül edemiyorum. Her şey, yaşadığımız tüm bu çevre yapay ve saçma ve gereksiz. İstemiyorum. Kaçmak gitmek istiyorum. Ama yanımda sevdiğim insanlarla yapmak istiyorum bunu. 

15 Mart 2018 Perşembe

postallar içinde bir çiçek


Nerede hani?
İnsanlığın özü güzelliği nerede
Ben mi göremiyorum yoksa etraf çok mu karanlık
Kardelenleri, papatyaları nerede Dünya’nın?
Kim ezdi o masumları? Kim çiğnedi kahpe ayaklarıyla
Bulalım getirelim çocuklar merak ediyor
Gözlerim mi kör oldu yoksa renkler gerçekten gitti mi?
Dünyayı geri verin yalvarırım. Bu hayat çok renksiz
Acı dolu. Çekilmez. Tatsız. Karanlık. Renksiz. 
Hayallerimi yıkmayın lütfen. Özümü geri verin
Bulun o çiçekleri ezenleri. Bulun getirin
Belki pişmandırlar onlar da. Belki mutsuz
Belki de acı dolu ama en çok da umutsuz
Onlara umutlarını geri verin
Bize umudumuzu geri verin
Bize deryamızı, semamızı, evimizi geri verin
Geri kazandırın bize o güzel dünyayı
Ve de içindeki güzel insanları
Geri getirin renkleri, çiçekleri. Geri.
Çekip gitmesin güzel insanlar o güzel atlarına binip
Geri getirin kelebekleri, onların yaşamaya ihtiyacı var
İnsanın güzelliğini geri getirin
Umuda ihtiyacımız var
Renkleri, çiçekleri geri getirin. Hayallerimize özlemimiz var
Kör oldum artık ama kalbim görüyor
Ona sevgiyi geri getirin. Her şeyden çok ona İhtiyacı var

11 Eylül 2017 Pazartesi

Başıboş şehirlerde kaybolmak.

Gustavo Santaolalla - Babel bu güzel şarkıyı hediye ediyorum okuyanlara. Sevmeniz dileğiyle. 

Bazı anlar vardır; insanı kendine bağlayan ve hayatında bir dönüm noktası niteliği taşıyan. Öyle andır ki bunlar kaybolursun çoğu zaman. Haritasını bilmediğin bir şehirde başıboş dolanmaya benzer. Ana ait her detay vardır aklında ama yolu bir türlü bulamazsın. Çıkamazsın çoğu zaman o soğuk ama bir o kadar da sıcakkanlı mekandan. Burada düşünülmesi gereken soru şudur kanımca: Bizi o ana bağlayan kişiler midir yoksa zamanın aldatıcı cazibesi mi? Zira zaman her zaman aynı akmaz bir insana. Ana bağlıdır zaman dediğimiz değerli hazine. Kimi için zaman geçmez. Uçsuz bir akışın içine girer ve bir daha çıkmak istemez. Bu istektir zamanı yavaşlatan. Fakat bu istek midir bizi ana bağlayan? Kişiler de zaman kadar cezbecidir. Hatta belki daha fazlası. Ama kişiler değişmez. Zaman gibi onları kendimize göre şekillendiremeyiz. Şekil almazlar. Çünkü bir noktada hepsi kendi zamanlarında yaşarlar. Hepsi kendi anlarında, hepsi kendi kayıp şehrinde yolunu bulmaya ve bu arayıştan zevk almaya çalışır.

Değişemez bir insan. Özü etrafına sardığı kalın tabakayı yırtamaz. Kendisini geçemez. Daha doğrusu kendisine ulaşamaz hiçbir zaman. Özünü sıkıca saran o kılıfı kendisi yaratmıştır. Yaşadığı anlar birer birer örter özünü. Onu korumaya yemin etmiş askerler gibi sararlar. Bu anları delmek güç ister. Önce kaybolunan o şehirlerden çıkmak gerekir. O karmakarışık labirentin sokaklarını tek tek aşmak gerekir. Bunu yapabilmek midir asıl mesele bilinmez. Zira yapan onca kişi değişmez. Değişenlerden de kendisi olan var mı bilinmez. Öz bozulduğu zaman geri gelmez. Gelse de öze benzemez. 

29 Ocak 2017 Pazar

Doğanın insana hediyesi;

Bembeyaz bir örtü. Senenin belki de en güzel vakti. Aşık olana manzara adeta. Zira düşen her kar tanesi o kadar güzeldir ki, aşktan gözü dönmüş zihin, otomatik olarak tanıdığı en güzel kişi ile birleştirir o güzel görüntüsünü karın. İnsana verilen bedava seyir zevkidir kış.

Bugün bir arkadaşımın fotoğrafına yer veriyorum. Kışı en güzel haliyle yansıtan fotoğraftır herhalde.

10 Aralık 2016 Cumartesi

Yıldızlı gecenin şafağı.


Yıldızlı bir gecenin şafağında tanrıdır her şeyin şahidi
Dolaşır dururum divane misali
Eşlik eder bana en saf hali
Doğanın o eşsiz o güzel sesi


Acı esen rüzgar yakmaz mıymış hiç teni
Kulağımda bir ses, içime işler. Doldur bardağı ey Saki!
Acı çekmeyen bulur muymuş kemali?
Lakin çok acı çektim muallim bilemem en acısı
hangisi


Çiçek selamlar zevcesini öğle vakti
Yahu en derin noktasından kırdılar kalbimi
Der durur, kaf dağında yalnız bir deli
O an hissettim acıyı, bulamadım cevap verecek
kelimeyi


Ay yavaş, süzüle süzüle semada belirdi
Geldi işte benim zamanım aç gönlünü, kalbin
Diye fısıldadı, aşıklar duyabildi yalnızca o kutsal sesi
O an hissettim anı, gecenin en muazzam vakti idi


Yıldızlı bir geceydi, aynı günün ertesi
Aldım elime kalemi. O an geldi ilhamın tatlı meyvesi
Tanrı sevmez miydi, yok muydu zevcesi
Neden bize aşkı tattırdı, hiç mi düşünmez bizi?

20 Kasım 2016 Pazar

The Lumineers.


The Lumineers adlı bir grup var, bilmiyorum kaçınız biliyor fakat Indie Folk'un üç silahşörleridir bunlar. Henüz gençler ve adlarını Ho Hey adlı şarkıda duyurdular insanlara. Tabii ki kemik kadro daha önceden takip ediyordu. Henüz bildiğim kadarıyla 2 albümleri bulunmakta. Bu albümlerden ilki (The Lumineers) muhteşem eserlere sahip. Grup hakkındaki ilk izleniminizi Stubborn Love ve Submarines ile yapmanızı istiyorum bu nedenle ilk önerim bunlardır. Velhasıl kelam bu üç güzel insan bu sene içinde yep yeni ve çok uzun süredir beklenen albümlerini resmen çıkarttılar. Cleopatra adlı bu albüm birçok ünlü isim tarafından da bekleniyordu. Albüme gelene kadar bu kadar gevelememin sebebi şu; bu albüm ile yeni bir klip-film işine giriştiler. Yönetmen kim tam olarak bilmiyorum fakat bu klip serisinde inanılmaz işlere, çok güzel sahnelere sahip onu biliyorum.
-1-
Hikayemiz Ophelia adlı şarkı ile başlıyor.
https://www.youtube.com/watch?v=pTOC_q0NLTk
Baş solistimiz her zamanki mütevazi sahnelerinden birinde bir anda çift kişiliğe bürünüyor. Birinci kişiliği şarkı söylerken diğeri ise dışarı çıkıyor ve garip-ritmik adımlar atmaya başlıyor. Evet ben de ilk izlediğimde hatta ilk 5-10 izleyişimde anlamamıştım ama o adımların, ayak süzülmesinin hepsi şarkının ritmine, ahengine uyum sağlamış biçimde. O-o-pheliaa derken ayağı ile yarım daire çizmekte ve burada O hecesinin uzatılması ile birbir aynı sürede yapmakta gibi.
-2-
Girizgah kısmının ardından hikayenin ana kısmı olan Cleopatra giriyor listeye.
https://www.youtube.com/watch?v=aN5s9N_pTUs
Aynı zamanda albüme de adını veren şarkıda yaşlı bir taksi sürücüsü teyze görüyoruz. İlk olarak hamile bir kadını alıyor arabasına ve sürüşü başlıyor. Yol boyunca yeni birileri biniyor ki bu binenlere çok dikkat edin hikayede önemli rol oynuyorlar. Arabaya binen çiftleri zannedersem havaalanı gibi bir yere bıraktıktan sonra tesadüfi bir şekilde grubumuzun güzeller güzeli çellisti ile göz göze geliyorlar. Uzun bakışmanın ardından genç bir delikanlı biniyor. Teyzemizin bu delikanlıyı tanıdığı kesin fakat aralarındaki bağı tam olarak çözemedim henüz. Geceye kadar beraber zaman geçirdikten sonra bir eve yaklaşıyor ve ilk klipte gerçekleşen burada da gerçekleşiyor. Teyzemiz iki kişiliğe ayrılıyor. Birisi eve girerken diğeri taksiye binip gidiyor. Şarkı sözlerine bakarsak "I was cleopatra" demekte. Ama henüz bağlantı kuramadım.
Şarkımızın üçüncü kısmı. Angela. Ekranda arabada giden bir kadın beliriyor. Dikkatli bakarsanız taksiye binen hamile kadın ile aynı kişi olduğunu anlayabilirsiniz ki ileride göreceksiniz. Beklenen oluyor ve Annemiz de kişilik bölünmesi geçiriyor ve bir yanı yatağa yatarken diğer yanı da kalkıp arabaya biniyor. Arada bir anlamsız şekilde grubumuzun konser görüntüleri geliyor. Bu görüntülerdeki kişileri aklınızda iyi tutun. Her ne ise annemiz otelde kalıyor ve grubumuz yine aynı albümden olan "Patience" bestelerini çalıyor arkaplanda. Sabah olunca annemiz kalkıyor ve pencereden görüldüğü üzere ilk klipteki giriş sahnesine imza atıyor.
-4-
https://www.youtube.com/watch?v=v4pi1LxuDHc&t=26s
Klip serisinin 4. kısmı yine Patience bestesi ile başlıyor fakat bu sefer yavaş ve daha hüzünlü bir şekilde. Sanırsam cenaze töreni veya benzeri bir şey. Ana karakterler göz göze geliyor ve ablamız o beklenen şeyi gerçekleştiriyor. İkiye ayrılıyor ve bir kısmı oğlan ile gidiyor. Vee tabii ki efsane taksiye biniyorlar. Bilin bakalım havaalanında inen çift kimdi? Evet ta kendileri. Şarkıda bir kaç kere Toothbrush ile ilgili bir söz tekrarlanmakta ve biraz dikkat ettiğinizde çiftimiz inatla dişlerini elleri ile fırçalamakta. Her ne ise bu çift çoğumuzun hayali olan seyyah hayatı yaşıyorlar. Bir yere gidiyorlar ve orada grubumuzla karşılaşıyorlar. Evet önceki klipteki anlamsız konser sahneleri buradan gelmekte idi. Çiftimiz ardından evlenme kararı alıyor ve güzel bir evlilik töreni ile evleniyorlar. Ama son sahneyi tam olarak anlamış değilim.
Sizden ricam eğer ki bu yazıyı okur iseniz bulduğunuz ipuçlarını veya herhangi detayı benimle paylaşmanız. Yorumlarınızı da merak ediyorum. Sizlere bir şeyler kattıysam ne mutlu bana. Sevgiler.

30 Ekim 2016 Pazar

Yüzbaşı Çam Ağacı!

 Güneşe yaslanmış, doğanın pastel renklerini seyrediyordu koca ağaç, hazır ol vaziyette. "Yıkılmam! Bunca yıla, bunca zamana rağmen hâlâ ayaktayım" dermişcesine heybetini gösteriyordu oradan gelip geçenlere. Hürmetimi eksik etmeden selamımı verdim ve yalnız bıraktım ve yürümeye devam ettim. Sapsarı ormanın içine.

Blogger tarafından desteklenmektedir.